1980’de Van’ın Lim köyünde dünyaya gelen Av. Mücahit Karabulut, ana dili Kürtçe olması ve köyünde yeterli ilköğretim imkanının bulunmaması sebebiyle, az bir Türkçe ve sadece okuma yazma öğrendikten sonra ortaokul için Van’a taşınır. Azmi ve çalışkanlığı sayesinde Türkçesini geliştirerek, ortaokulu iyi bir derece ile bitirir ve Van Atatürk Süper Lisesine gitmeye hak kazanır. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanan Av. Mücahit Karabulut, imkansızlıklar içinde başlayan eğitim hayatındaki tüm engelleri tek tek aşarak yaşamını adalet mücadelesine adar.
Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra, bir yıl İstanbul Barosunda avukatlık stajını yapan Karabulut, 2005 yılında memleketi Van’a dönerek serbest avukatlık yapmaya başlar ve Türkiye‘den ayrılmak zorunda kaldığı 2016 tarihine kadar 11 yıl avukat olarak çalışır. Van’da Burç Hukuk Derneğinin kurucu üyeleri arasında bulunan ve bir dönem dernek başkanlığını da yapan Karabulut, eğitim ve gelir adaletsizliğinin yüksek olduğu bu coğrafyada meslekî dayanışma içerisinde hukuksuzluklarla mücadele eder.
Karabulut toplumun büyük kesimi gibi 15 Temmuz gecesi olanları anlamlandırmakta güçlük çekerek ve o gecenin gelecekte nelere gebe olduğunu bilmeden sabaha kadar uyumaksızın olanları televizyondan seyreder. Hemen 16 Temmuz’un sabahında tüm Türkiye’de başlayan hukuka aykırı soruşturmalar kapsamında, Van’da da hakimlik teminatı ve özel yargılama usulü olmaksızın hakim ve savcılar başta olmak üzere tüm muhaliflerin usulsüzce gözaltına alınması üzerine, Karabulut kendi aleyhinde de haksız bir soruşturma başlatılacağını ve özgürlüğünün açık tehdit altında olduğu düşünür.
Kendisi bu düşüncelerle 15 Temmuz’dan sonraki iki gece Van’da güvenli gördüğü bir yerde yaşanan hâdiseleri izler. Yapılan yargılamalarda zerre kadar dahi hukukîlik olamayacağına dair kendisinde inanç hasıl olunca, aynı durumdaki birkaç arkadaşı ile istemeyerek ülkesini terk etme kararı alır. İki gün kaçakçıların köylerinde saklandıktan sonra gün ağarmadan bir kamyonetin kasasında yolculuğa çıkan Karabulut ve arkadaşları, bir süre bu araçla tehlikeli yollarda seyahatlerini sürdürürler. Ne var ki bir süre sonra artık araç yolu biter ve yer yer yaya olarak yer yer at sırtında; kaçakçı grupları, PKK ve Peşmerge gruplarının kontrol noktaları, bombardıman sonucu oluşmuş dev çukurlar ve devasa sarp ve yalçın kayalıklar arasında tehlikeli bir yolculuk yaparlar.
Karabulut yolculuk sırasında verilen mola sonrası üzerinde ekipmanı olmayan bir ata binmek zorunda kalır. At, Karabulut üzerine bindikten sonra hırçınlık göstermeye başlar ve onu üzerinden atar. Bunun sonucunda Karabulut başını sert zemine çarparak baygınlık geçirir. Yol arkadaşlarının yardımı ile bilinci kapalı olarak araçlara kadar taşınan Karabulut, düşmenin etkisiyle beyin kanaması geçirmiştir ve bu sebeple yolculuğun kalan kısmında kendisine gelse de dayanılmaz baş ağrıları ile sürekli olarak kusmaktadır.
Bu şartlarda şuuru tam olarak yerine gelmeden araçla Erbil’e doğru yolculuğa devam etmek zorunda kalan Karabulut, Erbil öncesinde Peşmergeler tarafından tüm hastalığına rağmen uzunca sorguya çekilir ve nihayet Erbil’e ulaşır. Erbil’de devlet hastanesine götürülen Karabulut’a MR çekilir ve beyin kanaması geçirdiği ortaya çıkar. Karabulut’un tedavisine Erbil Devlet Hastanesinde devam edilir. Bu durum karşısında Karabulut’un eşi ve çocukları bir an önce yanına gelmek isteseler de anlaşılır ki haklarında herhangi bir soruşturma olmamasına rağmen binlerce mağdur gibi pasaportları iptal edilmiş ve yurtdışına çıkışları engellenmiştir. Irak’a geçişinin ardından iki ay sonra ailesi de çaresiz aynı tehlikeli yollardan Karabulut’un yanına gelir.
Türkiye’deki hukuksuzluğun kısa sürede düzelmeyeceğine kanaat getiren Karabulut, Almanya’ya gider ve iltica eder. Bu arada ailesi tekrar aynı yollar ile Türkiye’ye döner. Karabulut Almanya’da 9 ay boyunca mülteci kamplarında kalır ve resmî mülteci statüsünü aldıktan sonra ailesi Karabulut’un yanına gitmek için yine pasaport engeli nedeniyle tehlikeli yollardan Kuzey Irak’a geçer. Bu yolculuk sırasında Karabulut’un küçük kızı da yaralanır ve Erbil’de tedavi görür.
Mücahit Karabulut ve ailesi hâlen çok sevdikleri ülkelerinden uzakta sürgün hayatı yaşamakta ve gurbette yeni bir hayat kurmaya çalışmaktadırlar.